
Eşref-i mahluk olan insan en güzel şekilde yaratılmıştır. Onun her bir uzvu yerli yerinde ve bir hikmetle, bir görevle yaratılmıştır. İnsana o uzuvları yaratılış amacı doğrultusunda kullanması emredilmiş, amacının dışında kullanımını da zulüm saymıştır. Mesela göz Hakk’ı görmek insanın doğruya ulaşmasını sağlamak için yaratılmıştır. Harama bakmak, günah yollara yürümek için yaratılmamıştır. Eller; hayır işlemek, iyilikte kullanmak içindir. İnsanlara, hayvanlara ve çevreye zarar vermek için değildir. Kulaklar, hakkı dinlemek içindir. Yalan, yemin, küfür sözleri dinlemek için değildir. Aynı şekilde dilin de yaratılış amacı hakkı söylemek, kendisine ve insanlığa yararlı olan gerçeği ifade etmek, Allah’ın rızasını kazandıracak zikir kelimelerini terennüm etmektir. Allah’ın hoşlanmadığı ve insanı dünya ve ahirette sorumluluk altına sokacak yalan, yemin, küfür, fuhuş ve malayani sözleri söylememektir.
Rabbimiz Beled Suresi 8.9. ayetlerde “Biz ona (insana) görecek iki göz, kalbine (gönlüne) tercüman olacak bir dil, boş boğazına mani olacak iki dudak vermedik mi?” buyuruyor. Demek ki dil kalbin ve düşüncenin tercümanıdır. Hz Ali (RA) “İnsan, altında gizlidir. Konuşturursanız kişiliğini öğrenirsiniz.” Diyor. Büyüklerimiz, “dilin kemiği yoktur” derler. Onun için iki düşünüp bir konuşmalı ki sonunda sorumluluk getirecek sözlerden kurtulabilelim. Efendimiz (SAV) “ Eline, beline ve diline sahip olan kurtulmuştur.” Buyurdular. Bir hadis-i şerifte de “Kalp doğru olmayınca iman doğru olmaz, dil doğru olmayınca da kalp doğru olmaz denilmektedir.” İnsan; kalbinden, zihninden geçen duygu ve düşüncelere mani olamaz ama diline mani olabilir. Yararsız söz söylemekten ise susmak daha iyidir. “Söz gümüş ise sükut altındır.”
Peygamberimiz (SAV) “İbadetlerin en kolayını size haber vereyim mi? Susmak ve iyi huylu olmaktır.” Dediler. Çok konuşan çok hata eder, çok hata eden de çok günah işler. Çok günah işleyene ise cehennem layıktır. Atalarımızın da bu mealde şu sözü ibretlidir. “Söz bilirsen söyle ibret alsınlar, bilmiyorsan sus da adam sansınlar.” Kelam-ı kibar dediğimiz büyüklerin hikmetli sözlerinden bazısı da şöyledir: “Fazla sözü sonraya bırakana, fazla malı verene yani kesenin ağzını açana, dilini bağlayana saadetler olsun. İnsan için uzun dilli olmaktan daha kötü bir şey yoktur.
Şanı yüce Allah’ımız şükrünü eda edemeyeceğimiz kadar büyük nimetlerle bizi donatmış, bize ikram etmiş ancak “Eğer nimetlerime şükrederseniz sizi daha fazlasıyla ödüllendiririm. Fakat nimete nankörlük yapar, yerinde kullanmazsanız azabım şiddetli olur.” diye biz kullarını uyarmıştır. Dil nimetini yaratılış amacının dışında kullanırsak (Allah korusun) ondan doğan günahlar, üzerimize bela, felaket ve afet olarak yağar da yağar. Allah’ın azabı olarak bu dünyada bizi rezil rüsva ettiği gibi ahirette de rezil rüsva eder.
Dil afetleri denince hemen aklımıza yalan, iftira, gıybet, küfür insanlara lanet okuma ve kalp kırarak gücendirmek vs. gelir. Nahl Suresi 116. ayette Yüce Rabbimiz “Dillerinizi yalana alıştıra geldiğiniz gibi Allah’a karşı da yalan uydurmak için şu haramdır, şu helaldir demeyin. Şüphesiz Allah’a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa eremezler.” Çünkü insanların “Kendi dilleri, elleri ve ayakları ne yaptıklarına şahitlik edecektir.” (Nur suresi 24.) Yalan, gerçeğin dışındaki her söz ve davranıştır. Fetih suresi 11. ayette “Onlar kalplerinde olmayan şeyleri dilleriyle söylerler.” Efendimiz (SAV) de “Yalan ile iman bir kalpte birleşmez.” Buyuruyor. Yalan söz aldatmaya yöneliktir. Halbuki “Aldatan bizden değildir.” Buyurulmuştur. Pazarda buğdayın kuru ve iyisini çuvalın ağzına koyan bir satıcının çuvalının altı ıslak buğdayla dolu olduğunu görünce Efendimiz (SAV) bunu bir aldatma saymış ve “Aldatan bizden değildir.” Demiştir. Aldatanlar Muhammedi olmayacaklarsa kimden yana olacaklar? Ne büyük bir tehdit!
Aile içi huzursuzlukların, hatta aile fecaatlarının çoğunun sebebi yalan ve aldatma olduğunu görüyoruz. Eşler birbirlerini, çocuklar hepsini aldatmaya çalışıyor. Şaka ile de olsa yalan söylemek caiz değildir, yalan rızkı azaltır. Hz. Ayşe annemizin düğün gecesi kadınlara birer bardak süt verdiler. Onlar da “Lüzum yok.” diyerek almak istemediler. Peygamberimiz (SAV) “lüzum yok.” sözü üzerine “Yalanla açlığı birleştirmeyin.” Buyurdu. Kadınlar “Bu kadarı da yalan mı olur ya Rasuylallah” dediler. O da “Yalan olan, yalan olarak yazılır.” Dedi. Tarihte helak edilen kavimlerin hepsi Allah ve Resulü hakkında yalan uydurmaları ve tüm gerçekleri yalanla gizlemeye çalışmaları sebebiyle helak edilmişlerdir. Yalan uyduranlar zalimlikle itham edilmiş ve Allah’ın laneti onların üzerine olsun denilmiştir.(Ali İmran 61-94.)
Ne yazık ki insanlar, çocuk yaşta anne babaları ya da çevresindeki diğer insanlar tarafından yalana alıştırılıyorlar. Yapılan hata ve kusurların gizlenmesi, haksız iken haklı duruma geçebilme çabaları insanları yalancılığa alıştırıyor. Sonunda sözlerine ve davranışlarına güvenilmeyecek, huzursuz bir toplum oluşuyor. Dolayısıyla Allah’ın himayesinden ve rahmetinden uzak kalınıyor, insanların dünyası da ahireti de yara alıyor.
Yalanın diğer bir şekli de iftiradır. Herhangi bir insanın yapmadığı bir işi, yaptı; söylemediği bir sözü söyledi, demek ve bu iddiası için şahit de gösterememesi en büyük yalan ve açıkça iftiradır. Kul hakkıdır ve büyük günahlardandır. Günahsız bir insana zina isnadında bulunan ve dört şahit de getiremeyenler için Rabbimiz Nur suresi 15. 16. Ayetlerde “Hani o iftirayı (zina isnadını) dilden dile dolaştırıyor, hakkında hiçbir bilginiz olmayan şeyleri ağzınıza alıp söylüyor ve bunu önemsiz bir şey bir iş sanıyordunuz. Halbuki bu Allah katında büyük bir günahtır.” “Bu iftirayı işittiğiniz vakit, böyle sözleri ağzınıza almanız bize yakışmaz, seni tenzih ederiz Allah’ım! Bu çok büyük bir iftiradır deseydiniz ya!” Hz. Ayşe annemize münafıklar iftira ettiler. Bazı zayıf imanlılar da onlara inandılar. Bu olaya peygamber ve ailesi, Ebubekir ve ailesi çok üzüldüler. Ebubekir efendimizin iaşesini üstlendiği Mıstak da münafıklara inanıp onlar gibi dedikodu yapınca, böyle düşüncesizce akıntıya kürek çekince bu ayetler indirildi. Hz. Ayşe annemize iftira edildiğini Allah beyan ederek annemizi İbra etti ve onun gibi zayıf müminleri de uyardı. Bilmiyorsanız bile hüsnü zanda bulunarak “Bu büyük bir iftiradır deseydiniz ya!” buyrulmuştur. Sallahü Alehisselam Efendimiz “Bir kimsenin her duyduğunu gerçekmiş gibi söylemesi günah olarak ona yeter.” Demiştir.
Dil afertlerinin en yaygın ve en kötüsünden biri de gıybettir. Gıybet, bir kişinin yüzüne söylediğinizde hoşlanmayacağı bir söz veya davranışını onun olmadığı ortamda başkalarına söylemenizdir. Sahabe “Söylediğimiz doğru ise de mi ya Rasulallah.” dediler de efendimiz (SAV) “Evet doğruysa gıybet, yalan ise iftira olur.” Dedi. Allah Hucurat Suresi 12. ayette “Ey iman edenler! … Birbirinizin gıybetini yapmayın, herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz bile … “ derken Hümeze suresi 1. Ayette “İnsanları arkasından çekiştiren, kaş göz işareti ile alaya alan kişinin vay haline!” denilmektedir. Akrabalık ve arkadaşlık bağlarını koparan en zararlı davranışlardan biri gıybet hastalığıdır. Evet gıybet alışkanlığı ruhi bir hastalıktır. İman zaafiyeti ve edep yoksunluğunun eseridir. Peygamberimiz (SAV) “Gıybetten uzak durunuz, çünkü gıybet zinadan fenadır. Zinanın tevbesi kabul edilir ama gıybetin tevbesi, gıybeti edilen kişiyle helalleşmedikçe kabul edilmez.” Buyurdular. Çünkü Allah şirk ile kul hakkını affetmez. Bir gün bir leşin yanından geçiyorlardı. Efendimiz (SAV) “Haydi bu leşi yiyin.” Buyurdular. Ashab (sahabe)“Bu leştir, nasıl yeriz” dediler. “Gıybet ederek yediğiniz kardeşiniz eti bundan daha kötüdür daha büyük günahtır.” Dediler.
Oruç tutan iki kadın gıybet ediyorlardı. Resulullah (SAV) onlara yiyecek bir şeyler verdi. “Haydi bunları yiyin.” Dedi. Onlar da “Biz orucuz, yiyemez.” deyince Efendimiz (SAV) “Hayır siz kardeşinizin etini yiyordunuz, oruç değildiniz, ağzınızdakini tükürün de görün.” Deyince kadınlar ağızlarından parça parça kanlı et tükürdüler. “Siz orucu kardeşiniz etil açtınız.” Buyurdu. Bugün dinlenmek için oturulan kafeler, kadınların tertip ettikleri gün oturmaları gıybet mahallerine dönmüş durumdadır. Hatta cami avlusunda namaza gelen cemaatin de ekseriyeti bu günahı işlemektedir.
Peygamberimiz (SAV) bir gün şeytanla karşılaştı, şeytanın elinde iki tas vardı, birinde bal, birinde kül dolu. “Ya İblis! Bunları ne yapacaksın?” diye sordu da İblis şu cevabı verdi “Bu külü senin salih kullarının yüzüne serpeceğim, herkes onların iyiliklerini değil çirkinliklerini görüp konuşacaklar. Şu balı da ümmetinin dudaklarına süreceğim dedi kodu, gıybet, iftira ile vakit geçirecekler. Gıybet onlara bal gibi tatlı gelecek.” Dedi. Efendimiz (SAV) “Bire melun, defol!” dedi ve İblis’i kovdu. Bu tür oturumların adını da sohbet koydular. Sonunda “Sohbet de çok tatlıydı” diyorlar. Yıktıkları ocakların, kırdıkları kalplerin, kazandıkları günahın farkında bile olmuyorlar. Allah ümmeti Muhammedi bu afetlerden korusun.
Dil afetleri konusunda Peygamberimiz (SAV) Ümmetini sık sık uyarmıştır. İnsanları herhangi bir konuda haklı bile olsa münakaşa etmekten men etmiştir. “Münakaşadan haklı bile olsa vazgeçmedikçe kişinin imanı tamam olmaz.” Buyurdular. Zira münakaşa öfkeyi kabartır, sonunda küfür veya kavgaya sebep olur. “Bir kimse ilmi olmadan bir kimseye muhalefet ederse susuncaya kadar Allah’ın gazabında olur.” Buyurdular. Bir gün Peygamberimiz (SAV) ve Ebubekir(RA) Haremi Şerif’te otururlarken Ebu Cehil yanlarına geldi de Peygamberimize (SAV) uygunsuz sözler ve hakaretler ediyordu. Efendimiz (SAV) de hep susuyordu. Ebubekir (RA) dayanamadı Ebu Cehil’e karşılık verip sayıp söylemeye, Rasullahı savunmaya başladı. Efendimiz derhal orayı terk edip gitti. Ebubekir hemen Rasulullah’ın peşinden koştu. “ Anam babam sana feda olsun ya Rasulallah, bir yanlış iş mi yaptım?” dedi. Efendimiz “Ebu Cehil saçma sapan konuşurken Cebrail (AS) ona cevap veriyor ve ben susuyordum, ne zaman ki sen konuşmaya başladın Cebrail (AS) orayı terk etti, Cebrail(AS) olmadığı bir yerde benim durmam uygun değildir.” Dedi., Hz Ebubekir özür diledi.
Efendimiz (SAV) “Fuhuş söyleyen cennete giremez, anne babasına sövene de lanet olsun.” Buyurdular. Sahabe, “İnsan ana babasına küfür eder mi ya Rasulullah.” deyince Efendimiz (SAV) “Siz birisinin ana babasına söverseniz o da sizin ana babanıza söver. Böylece ana babanıza sövmüş olursunuz.” Dedi. Hz. Ayşe annemiz anlatıyor: “Bir adam Peygamberimize (SAV) gelerek “Benim kölelerim var, bana yalan söylüyorlar ve hıyanet ediyorlar. Ben de onları dövüyor ve onlara sövüyorum, onların hesabı benden sorulacak mı?” dedi. Peygamberimiz (SAV) “Elbette kıyamet günü onların günahı ile seninki karşılaştırılacak, alacaklının hakkı diğerinden kısasla alınacak.” dedi ve şu ayeti hatırlattı “ Biz kıyamet günü adalet terazileri kuracağız, hiç kimseye zerre kadar haksızlık yapılmayacak. Kişinin yaptığı bir hardal tanesi kadar olsa da onu getirip ortaya koyacağız hesap görücü olarak biz yeteriz.” (Enbiya 47.) Adam bunu duyunca kalktı ve “Allah için şahit olun, ben onları azad ettim.” Dedi. Günümüzde insanları güldürmek için küfürlü, kaba sabah konuşmayı sanat olarak takdim ettiler ve küfürbazların arkasından büyük sanatçı diye methiyeler düzdüler. “Bunlar nbirlilerdendir” diyerek küfürbazları ve küfürlerini temize çıkarmaya çalıştılar. Ahlak değerlerimizi böyle böyle aşındırdılar. Edep ve utanma duygusunu yok ettiler. Günümüzün gençlerinin büyük küçük demeden herkesin yanında birbirlerine küfürlü konuşmaları bizi çok üzüyor ve geleceğimiz adına kaygılandırıyor.
İnsanlara durup dururken lanet okumak da hoş değildir. Ebu Hureyre (RA) rivayet ediyor : “Peygamberimize alenen içki içen birini getirdiler, ona had cezası (dayak) ve tazir (azarlama) uygulandı. Orada bulunanlardan birisi “Allah’ım onu rüsva et, ona lanet et.” Dedi de Peygamberimiz (SAV) “Böyle söylemeyin ve şeytana yardımcı olmayın, Allah’ım onu bağışla ona hidayet et, diye dua edin.” Buyurdu. Allah dilimizi şuursuzca kullanmaktan, bizi sorumluluk altına sokmasından, kalp kırmaktan, gönül yıkmaktan muhafaza eylesin. Yunus’un ifadesi ile
Gönül Çalabın tahtı
Çalap gönüle baktı
İki Cihan bedbahtı
Kim Gönül yıkar ise.
Her türlü dil afetlerinden Allah’a sığınırız. O, koruyucuların en güzelidir.
Derviş SAK