reklam
reklam

ÖRNEK İNSAN RASULULLAH’IN AHLAKI (II) « nevsehir haber

1 Ekim 2025 - 01:14

ÖRNEK İNSAN RASULULLAH’IN AHLAKI (II)

Son Güncelleme :

22 Şubat 2022 - 10:32

reklam
ÖRNEK İNSAN RASULULLAH’IN AHLAKI (II)
reklam

Peygamberimizin fârik vasıflarından biri de HAYÂ’sıdır. Hayâ, utanma, mahcubiyet duygusudur. Mahrem yerleri açmaktan, insanların hoşlanmayacağı ve kınayacağı çirkin söz söylemek ve abes işler yapmaktan sakınma duygusuna hayâ denir. Hayâ duygusu imandandır. Hak imana sahip olan insan, hayâlıdır. Hak imandan sapan, her konuda olumsuzlukları kendine yakıştırdığı gibi hâyâsızlığı, utanmazlığı da kendine yakıştırır ve hayâsızca yaşamaya devam eder. Onun için Peygamberimiz (SAV) “Hayâ etmedikten sonra istediğini yap.” demiştir. Halk içinde meşhurdur “Hayâsızın yüzüne tükürsen nisan yağmuru zanneder” İmanı olmayanın hayası olmadığı gibi hayasızın da imanı kamil olmaz. Alemlerin efendisi (SAV) “Çıplaklıktan sakınınız, yanınızda sizden hiç ayrılmayan melekler (Kiramen Katibin) vardır, onlardan utanınız.” buyurdu. Çünkü bu melekler insanın her halini resmeder ve yazarlar. Kıyamet günü hesaplar görülürken amel defterini açarlar ve Allah huzurunda ve diğer insanlar yanında gösterirler. Herkes şahit olur ve mahcup eder. İbrahim (AS) “insanların diriltileceği hesap günü beni utandırma .” (Şuara Suresi 87.) diye dua etti.

Ne yazık ki hayvanlar bile mahrem yerlerini gizlerken, bazı kendini bilmezler, mahrem yerlerini teşhir ediyor, insanlık onurunu ayaklar altına seriyorlar. Allah böyleleri için “Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağıdadırlar.” ( Araf Suresi 179) buyuruyor.  Onlar ne yaptıklarının farkına varmayacak kadar gafildirler. Bir gün Efendimiz (SAV)  Ebu Zürrare (RA)’nın bahçesindeki havuza ayaklarını sokmuş, serinliyor ve arkadaşlarıyla sohbet ediyordu. Hz. Osman izin isteyerek, yanlarına girdi, Peygamberimiz (SAV) dizlerine kadar açtığı, bacaklarını toplayarak örttü, sahabe de “Niçin böyle yaptığını” sorunca gelen Osman’dır, o haya sahibidir, melekler bile Osman’dan hayâ eder.” Buyurdu. Milli şairimiz Mehmed Akif Ersoy da bir şiirinde, “Hayâ sıyrılmış inmiş. Bu ne yüzsüzlük her yerde; ne çirkin yüzler örtermiş meğer incecik bir perde.” Diyor. Hayâ perdesi yırtılmaya görsün ne ayıpları ortaya dökülür.

Peygamberimizin güzel vasıflarından biri de “AHDE VEFA”sıdır. İnsanın şeref ve itibarını artıran özelliklerden biri  kuşkusuz verdiği sözde durmasıdır. Verdiği sözden dönmek münafıklık alameti, çok çirkin bir durumdur. Verilen sözden beklentisi olan karşı taraftaki insanda manevi yıkıntıya sebep olur, onun insanlara olan güvenini sarsar, birlik beraberlik ve dayanışmayı yok eder. Allah’ımız Maide Suresi 1. ayette “Ey iman edenler vaadlerinizi yerine getirin, (verdiğiniz sözü yerine getirin).” buyuruyor.  Çünkü “Muhakkak verilen söz sorumluluk getirir”,( İsra 34). Yerine göre bu sorumluluk hem günah olarak hem de hukuki olarak gerçekleşir.

Abdullah Bin Hamsa (RA) diyor ki, “Rasulullah (SAV) ile bir alış veriş yaptım ona borçlandım, biraz beklerse ona borcumu hemen getireceğimi söyledim. Yanından ayrıldıktan sonra verdiğim sözü unuttum. Üç gün sonra aynı yerden geçiyordum ki Rasulullah (SAV) beni bekliyordu. “Delikanlı bana eziyet ettin. Üç gündür sözleştiğimiz gibi seni burada bekliyorum.” dedi. Sahabeden Ebu Cendel  olayı da bizim için çarpıcı bir örnektir.  Şöyle ki 628’de Mekke müşrikleriyle Medine Müslümanlar arasında sulh anlaşması yapıldı, o anlaşmanın bir maddesine göre Medine’de küfre şirke dönen olursa o kişi  Mekke’lilere verilecek ama Mekke’de biri Müslüman olursa o Medine’ye gönderilmeyecek idi. İslamın ve Müslümanların geleceği için bu zor şart, Efendimiz (SAV) tarafından kabul edilmiş ve imza altına alınmıştı ki biraz sonra Mekke Heyeti Başkanı Süheyl’in oğlu Ebu Cendel, babasının ayaklarına vurduğu bağı kırarak ve tekbir getirerek Hudeybiye’ye geldi, bir Müslümanın, ayaklarında zincirle, tekbir getirerek geldiğini gören Ashab heyecanlandı ve kılıca sarıldılar. Müşriklerin Heyet Başkanı Süheyl   “ya Muhammed, bu anlaşma gereği Ebu Cendel’i bize geri vereceksin, aksi halde anlaşmayı bozarız” dedi. Peygamberimiz (SAV)ve Ashap ne kadar rica ettilerse de Ebu Cendel’i kurtaramadılar. O (SAV) içi yana yana “Ya Ebu Cendel biz bir söz verdik, sözden dönmek bir peygambere yakışmaz, sen sabret, Allah sana bir yol gösterecektir.” dedi ve Ebu Cendel’i babasına teslim etti. Çok geçmeden Mekke fethedildi o ve onun gibi Müslüman olanlar kurtarıldı. Mekke müşrikleri de imana geldiler. Söz verilen insan bir müşrik de olsa Müslümana gerekli olan sözünde durmaktır. Esen rüzgara göre yön değiştirip sözünden dönen günümüz Müslümanlarının kulaklarına küpe olsun inşallah.

Peygamberimiz’in (SAV) bize öğrettiği büyük tövbede de şu ifade geçmektedir.”… ve ene abdüke, ve ene ala ahdike, ve va’dike….”  (Ya Rabbi ben senin kulunum ve sana verdiğim sözde (ElestBezmindeki söz) ve vaadimde duruyorum. Bunu her gün tekrarlayan bir mümine, ancak sözünde durmak yakışır.

Rasulullah (SAV), kendisine yapılan hiçbir iyiliği karşılıksız bırakmazdı. Vefakârlığını en güzel karşılıkla gösterirdi. Mesela, amcası Ebu Talib’in hanımı Fatma, Peygamberimizi (SAV) kendi çocuklarından daha çok sever, önce Peygamberimizi doyurur, giydirir ve saçlarını tarar sonra da kendi çocuklarına dönerdi. Peygamberimiz (SAV) onun bu iyiliğini asla unutmamış, Fatma hanımın ölümünde kendi gömleğini ona kefen yaptı ve cenaze mezara konmadan efendimiz mezara girerek uzanıp yattı ve mübarek elleriyle etrafını sıvazladı. Kabir onu sıkmasın, kabir azabı çekmesin istemişti. Sahabe sordular. “Ya Rasulullah, Fatma hanıma çok mu üzüldünüz?” dediler, Efendimiz “O benim annemden sonraki annemdi, kendi çocuklarından önce beni doyurur, başımı tarar ve saçıma gül yağı sürerdi.”demiştir.

Taif’te taşlandığı zamanda, Mekke’de ölüm tehlikesi vardı. Kimse onu himayesine almaya cesaret edemezken Mut’im b. Adiy  beş oğlunu silahlandırarak Peygamberimizi himayesine aldı ve Mekke’ye getirdi ve Kabe’ yi tavaf ettirdi. Bedir harbinde esir olanlar fidye vererek hürriyetlerine kavuştular. Efendimiz “Mut’im b. Adiy  hayatta olsaydı da bu esirleri benden isteseydi hiç fidye almadan ona bağışlardım.” demiştir. Mescidi Nebiyi temizleyen bir zenci kadın vardı. Vefat etti. Peygamberimize (SAV) haber vermeden defnettiler. Peygamberimiz (SAV) birkaç gün temizlikçi kadını göremeyince ashaba sordu “Temizlikçi nerede” diye onlar da kadının öldüğünü ve Baki mezarlığına defnedildiğini söylediler. Peygamberimiz (SAV) çok üzüldü ve “Bana haber vermeniz gerekmez miydi?” Dedi. “Haydi mezarını bana gösterin,” buyurdu sahabeyle gittiler, kadının, mezarın başında durup, cenaze namazı kıldı ve çokça dua etti.

Mekke müşriklerinin zulmünden Habeşistan’a sığınan ashabına kol kanat geren ve Mekke müşriklerine teslim etmeyip Habeşistan’da emniyet ve güven içinde yaşamalarını temin eden Kral Necaşi öldüğü zaman “Uzak beldede ölen kardeşinizin cenaze namazını kılınız.” dedi. Cemaati ile gıyabi cenaze namazını kıldılar. Bundan büyük vefa örneği görülmüş müdür?

Sevgili Peygamberimiz asla terk etmediği bir davranış biçimi de ister tanıdık olsun ister tanımadığı birisi olsun mutlaka ona selam vermesiydi. Bu davranışı tanıdıklarının sevgisini artırır, onların kalbinde taht kurardı. Tanımadıklarına selamı ise tebliğe vasıta olur, eğer hakkında kötü düşünen biriyse onun düşmanlığını pasifize edip, sempatisini kazanırdı. Bizlere de “Aranızda selamı yayınız, insanların Allah’a en yakını önce selam verendir.”  “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız, yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir işi haber vereyim mi?  Aranızda selamı yayınız.” telkinde bulunmuştur. Hazreti Enes (ra), Peygamberimiz (SAV) bana dedi ki “Yavrucuğum kendi ailenin yanına girdiğinde onlara selam ver ki sana ve ev halkına bereket olsun,” buyurdu. Ehli kitap bize selam veriyorlar, onların selamını nasıl alalım diye sorulduğunda O (SAV), “ve aleyküm” deyin buyurdu. Ayşe annemiz anlatıyor “Bir gün, Rasulullah’ın yanına bir grup Yahudi girdi, ve “Es samuAleyküm” dediler. Sanki gerçekten selam veriyorlarmış gibi dillerini dolandırarak “es samualeyküm” yani “zehir, ölüm üzerine olsun” dediler. Bu kötü niyetli sözü anladım ve Rasulullah’tan önce bende onlara öfkeyle “essam u aleykümvella’netü” dedim.  Efendimiz (SAV) “Yavaş ol Ayşe, Allah bütün işlerde, yumuşak davranmayı sever.” diyerek beni ikaz etti. Ben de “Ama ya Rasulullah ne dediklerini duymadınız mı?” dedim. O (SAV) da “Duydum ve ben de ve aleyküm dedim, buyurdular. Ve aleyküm, sizinde üzerinize olsun demektir. Bu yeterliydi.” Dedi. Müslümanın selamı duadır, gayri müslimlere dua edilmez, onların selamıyla mukabele edilmelidir.

Bir fitne korkusu olmadıkça, erkek kadına, kadın erkeğe selam verebilir, caizdir.  Peygamberimiz (SAV) kadınlara, çocuklara selam vermiş ve onların selamını almıştır. İsra Suresi 53. ayette yüce Rabb’ımız “Kullarıma söyle, sözün en güzelini söylesinler.”, buyurdu. Sözün en güzeli gönül alıcı, yumuşak sözdür ki selam bunlardandır.  Selamlaşmada edep; küçük büyüğe, ayaktaki oturana, binitli olan yaya olana, az olan çok olanlara selam verir. Toplulukta bir kişinin selam vermesi ve karşı topluluktan da bir kişinin selamı alması yeterlidir.

Sevgili peygamberimiz (SAV) “İnsanlarla akıllarına göre konuşun.” Buyurdular. Bir çocuğa hitap ederken olgun bir insana konuştuğunuz gibi konuşmayın o çocuk konuşulanları idrak edemez. Cahil muhatap ile alim muhatap aynı tutulamaz.  Hele hele bilgiçlik taslamak için insanlara anlayamayacağı yabancı kelimeler konuşmayı şiddetle yasaklamıştır. “Bir sığırın ot yediği gibi bir sözü ağzına alıp da evirip çevirerek lügat parçalayan kimselere Allah buğz eder.” Demiştir. Günümüzün entel geçinenlerinin vay haline. Bir de alçak sesle konuşmaya dikkat ederdi. Çünkü yüksek ses, iticidir usandırıcıdır. Örnek olarak da Lokman Suresi 19. ayetteki, Hazreti lokmanın oğluna nasihatını verirdi o ayette, Rabb’ımız Lokman (AS) ın ağzından şöyle diyor “Yavrucuğum yürüyüşünde tabii ol, sesini alçalt unutma ki seslerin en çirkini eşeklerin sesidir,” Büyüklerin yanında söz verilmedikçe, küçüklerin önce konuşmasını hoş görmezlerdi. Abdurrahman b. Sehl (RA)  bir toplulukla herkesten önce konuşmaya başlayınca, Efendimiz (SAV)  onu uyardı ve “Sözü büyüklerine bırak.” Dedi. Milli kültürümüzdeki “Su küçüğün ,söz büyüğün.” atasözü buradan gelmektedir.

Peygamberimizin bir başka özelliği de şakacılığıdır. Aşırı ve yalana kaçmamak şartıyla, dinimizde şaka caizdir. Peygamberimizin şakalarında yalan, iftira, karşısındakini küçük düşürme, alaya alma gibi gönül kırıcı şeyler olmazdı. O (SAV) “Yazıklar olsun, milleti güldürmek için yalan söyleyen kimseye.” Demiştir. Bir sefer dönüşünde sahabeden birisi binmek için kendisinden bir deve istedi. “Peki seni bir deve yavrusuna bindirelim” dedi. Herkes devesine bindi ve yola çıktı. Geride bir yaşlı deve kaldı. Sahabe “Ya Rasululah, hani beni bir deve yavrusuna bindirecektin şimdi bir ihtiyar deveden başkası kalmadı” dedi. Efendimiz (SAV), “Her deve bir dişi devenin yavrusu değil midir? Hadi buna bin” dedi. Bir gün yaşlı bir kadın, Rasululah’a gelerek, “Ya Rasululah ben şu halimle cennete girebilir miyim” diye sordu. Efendimiz (SAV), “Yaşlı kadınlar cennete giremez” deyince kadın ağlamaya başladı. Peygamberimiz (SAV) “Niye ağlıyorsun? Ben sana sen cennete giremezsin demedim ki, yaşlı olarak giremezsin dedim. Siz genç ve güzel bir kadın olarak gireceksiniz.” dedim. Kadın, bu müjdeyi duyunca gülmeye başladı. Bazı rivayetlere göre cennet ehli 33 yaşında genç ve güzel olacaklar.

Efendimiz (SAV) kendisine yapılan şakaları da hoş karşılardı. Nuayman (RA) adında bir sahabe vardı, çok fakir idi. Peygamberimizi (SAV) çok severdi, pazara gelen turfanda meyveleri, ilk defa Peygamberimiz (SAV) yesin isterdi. Bir seferinde bir sepet taze meyve buldu ve parasını biraz sonra getireceğim diyerek sepeti aldığı gibi Rasulullah’a getirdi. “Ya Rasullulah bunu senin için satın aldım, senden önce kimse yemesin istedim. Şimdi onu eşin ve dostlarınla ye” dedi.  “Bu da benim hediyemdir.” dedi. Peygamberimiz ve yanındakiler, meyveler, yediler biraz sonra meyveyi satan adam, parasını tahsil etmek için çıkıp geldi. Nuayman “Ya Rasulullah, şu adamcağızın ücretini versenize” dedi. Efendimiz (SAV), “Sen onu bize hediye etmedin mi?” Diye sordu. Nuayman, “Meyveyi alırken param yoktu ama bu meyveyi ilk peygamberim yesin diye aldım, şimdi benim ödeyecek gücüm yok.” dedi. Peygamberimiz güldü ve o adamın ücretini ödedi. Nuayman ölünce de “Ona dua edin, o Allah Rasulünü severdi.” Dedi. Rabbim bizleri de Allah ve Rasulünün sevgisinde öne geçenlerden eylesin. Amin.

 

Derviş SAK

reklam

YORUM YAP

Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.

reklam
reklam