
Nevşehir’de çeşitli eğitim kurumunda binlerce öğrencinin yetişmesinde engin bilgi birikimi ile ciddi katkılar sağladıktan sonra geçtiğimiz yıllarda emekliliğe ayrılan değerli öğretmenimiz Derviş Sak Hocamız bundan sonra belirli aralıklarla siz değerli okurlarımızla birlikte olacak.
Kaleme alacağı konularda geçmişte olduğu gibi yine bilgi dağarcığı ile siz değerli okuyucularımıza bir dizi paylaşımlarda bulunacak Derviş Sak hocamızın işte ilk yazısı;
Birlikte okuyalım.
Bismillahirrahmanirrahim,
İnsan; üns kökünden gelen, diğer insanlarla ve canlılarla anlaşan, kaynaşan, hayatı paylaşan, ünsiyet sahibi varlıktır. Allah’ın eşrefi mahluk ve yeryüzünün halifesi olarak yarattığı, bütün nimetleri emrine verdiği en değerli yaratığıdır. Hiçbir varlığa vermediği akıl, irade ve hürriyet nimetiyle donattığı mümtaz şahsiyettir. Onun için meleklere ve cinlere Adem’e secde etmelerini emretmiştir. İnsan, melekler ve cinler için o gün nasıl bir imtihan idiyse, bugün de dünya içindeki sahip olduğu her şey insan için bir imtihan vesilesidir.
İnsanın bu dünya hayatında imtihanı kazanmasının vea kaybetmesinin bazı sebepleri vardır. Bunlar sahip olduğu iman, ahlak, çevre, akıl ve meleki kabiliyetleridir. Sahip olduğu imanın
Hak veya Batıl olması, ahlakının güzel veya çirkin olması, çevrenin nezih veya rezil olması, aklının selim veya noksan olması,meleki kabiliyetlerin müstakim olmasına bağlıdır.
Herşeyden önce insan, inanan ve inanma ihtiyacında olan bir varlıktır. Yeryüzünde inanmayan insan yoktur. Hiç bir şeye inanmadığını söyleyen bir ateist bile nefsini ilah edinmiştir. İnanmak bir zorunluluktur, yaratılışının gereğidir. İman HAK ve BATIL olabilir, HAK iman tekdir. Hakk’a iman, Adem As’dan Peygamberimiz Muhammed SAV’e gelinceye kadar tüm peygamberlerin tebliğ ettiği imandır. Yani Kuran ve sünnete dayanan imandır. Ehl i Sünnet vel Cemaat inancıdır. Batıl olan inançlar ise sayılamayacak kadar çoktur, hatta HAK imanı reddedenlerin adedincedir. Hak iman, huzurun Batıl iman tatminsizliğin ve huzursuzluğun kaynağıdır.
İnsanı şerefli yapan değerlerden birisi de sahip olduğu ahlakıdır. Ahlak, hulk kelimesinin çoğuludur. İnsanın sahip olduğu huylar, yaratılıştan getirdiği karakter demektir. Bu huylar doğuştan irsî olabildiği gibi sonradan da edinilebilir. İnsan eğitimi onun için önemlidir. İnsan ahlakı, toplum ve din değerleri açısından güzel veya çirkin, iyi veya kötü olarak vasıflandırılır. Mesela cimrilik kötü, cömertlik güzeldir. Zulüm kötü, şefkat ve merhamet iyidir. Kin ve haset kötü; af, bağış ve hoşgörü güzeldir vs.
İnsan, eğitilebilen bir varlıktır. Eğitim sayesinde iyi huyları edinip kötü huyları terk edebilir. Hem kendisi için hem toplum için yararlı bir insan olabilir. Peygamberler ve ilahi kitaplar bunun için gönderilmiş, eğitim kurumları bunun için açılmıştır.
Çevre de insanın iman ve ahlak açısından değişimine etki eden amillerdendir. Kişi ailesinin, iş ve oyun arkadaşlarının, yakın ve uzak akrabalarının yaşayışından etkilenir. Peygamberimiz (SAV) bu gerçeği “Kişi arkadaşının dini üzerindedir.” Sözüyle dile getirmiştir. Atalarımız da “Üzüm üzüme baka baka kararır.” “ Söyle dostunu, söyleyeyim seni.” Özdeyişleriyle ifade etmişlerdir. Günümüzde televizyon ve internetin çocuklarımıza nasıl tesir ettiklerini, genellikle de olumsuz tesirlerini üzülerek izliyoruz. Bize düşen “Emri bil mağruf , nehyi anil münker” dediğimiz her konuda hakkı, doğruyu, güzeli yaymak, yalan, yanlış, kötü ve zararlı olanlardan insanımızı uzak tutmak eğitiminden, çabasından vaz geçmemektir. Bu çabanın etkisi, bizlerin ihlas ve samimiyetine, söylediklerimizi bizzat yaşayan, örnek insan olmamıza bağlıdır.
Bir insanı bir hatadan kurtarabilmek, bir yanlıştan döndürebilmek için öncelikle emri bil maruf yapanın kendisinde aynı hataların görülmemesi gerekir. En büyük öğretmen, Hazreti Muhammed SAV “Beni Rabbim terbiye etti. Terbiyemi ne güzel etti,” buyuruyor. Allah’ın terbiyesinde eksik, noksan, hata olmadığı için sevgili Peygamberimiz 23 senede, zalim, cahil, inatçı, müşrik bir toplumdan insanlık tarihinin en erdemli, en merhametli ve en diğergam toplumunu- Asrı Saadet toplumunu, vücuda getirdi. Çünkü O, her konuda üsve-i hasene, ( en güzel örnek) idi. Bugün en büyük eksiğimiz anne babalar ve eğitimciler olarak güzel örnek olamayışımızdır.
İnsanın değerini düşüren kötü ahlak sahibi olmasıdır. Peygamberimiz (SAV) “Ahlakı güzel olmayanın dini de güzel değildir.” Buyurmuştur. Konumuz kötü ahlakın şubelerinden biri olan CİMRİLİK tir. Cimrilik, kişinin sahip olduğu nimet ve imkânları başkalarıyla paylaşmaması, onlardan kıskançlıkla esirgemesidir. Bu maddi imkânlar olduğu gibi manevi imkânların paylaşılmaması şeklinde de olabilir. Mesela “Ümmetimin en cimrisi bildiğini öğretmeyendir.” buyuran Peygamber Efendimiz (SAV) bilgi cimriliğinin kötülüğüne dikkat çekmiştir. Birbirimizden duayı bile esirgemek cimriliktir, kıskançlıktır, hatta ruh hastalığıdır.
Rabbimiz Zülcelal, daha çok maddi konudaki cimriliklere dikkat çeker. Çünkü insan sosyal bir varlıktır, toplum içinde yaşamak durumundadır. Allah’ın o topluma bahşettiği nimetlerden kendisi nasıl yararlanıyorsa, kendisine verdiği nimetlerden de toplumun diğer bireylerinin yararlandırılmasını ister. Leyl suresi 8-9-11. ayetlerde cimrilerin acıklı hallerini, Rabbimiz şöyle bildiriyor. “Kim cimrilik eder, kendisini Allah’a muhtaç görmez ve en güzel sözü (Kelime i tevhidi) yalanlarsa biz onu en zor olana iletiriz. Cehenneme yuvarlandığı zaman malı ona fayda vermez.” Cimrilik, ameli salih değil, aksine cehennemliklerin ameledir. Meşhur bir sözde “Cimriler cennete giremez.” denilmiştir. “Mülk Allahın’dır,”. İnsan onun emanetçisidir. Allah’ın mülkünü, Onun kullarından esirgeme gibi bir hakka sahip değildir. O mülkü, Rabbinin rızası istikametinde kullanmak zorundadır. Kişi elindekilerin birer devre mülk olduğunu unutmamalıdır.
Cimrilik, Allah’ı unutarak mülkü kendine ait bilmek, Razakı zül celali devredışıbırakıp rızkın sahibi, maliki benim, demektir. Allah korusun bu inancın, bu düşüncenin bir ucu insanı, nefsini ilah edinmeye, şirke götürür. Kur’anda Rabb’ımız uyarıyor, Ali İmran 180. ayet “Allah’ın kendilerine lütfundan, verdiği nimetlerde cimrilik edenler, bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar, hayır o kendileri için şerdir. Cimrilik ettikleri şey kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır…”
Cimriler, sadece kendi malik olduğunun cimrisi değil başkalarının da kendisi gibi cimri olmasını isterler, Nisa Suresi 37. ayette “Bunlar cimrilik eden, insanlara da cimriliği emreden ve Allah’ın lütfundan kendilerine verdiği nimeti gizleyen kimselerdir. Biz de o nankörlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.” Buyuruyorlar. Zaman zaman halk içinde şahit olmuşuzdur ki, merhamet sahibi, veren insanları engellemek için “Peygamber misin ümmet kayıracak, çalışsın kazansın, az yesin.” şeklinde telkinde bulunurlar. Hatta cömertleri, savruklukla, malının kıymetini bilmemekle suçlarlar.
Cimrilik, şeytanın fısıltılarına inanmak ve ona teslim olmaktır. Şeytan insana daima kötülüğü emreder, fakirlik korkusu telkin ederek paylaşmayı, sosyal dayanışmayı, engeller. Zekât, sadaka verilmesine engel olmaya çalışır. Ekonomik refahı sadece zengin cimrilere layık görür. Fakirlere, yoksullara acıma duygusunu reddeder. Ekonomik refahın adil dağıtımını engeller, milletlerin çöküşüne, devletlerin yıkılışına zemin hazırlar. Allah bu hususta da bizi uyarıyor: Bakara 195.Ayette ““Mallarınızı Allah yolunda harcayın, kendi kendinizi tehlikeye atmayın, ihsan edin, Allah ihsan edenleri sever.” buyuruluyor. Zengini daha zengin, fakiri daha fakir hale getiren şu kapitalist düzende Allah’ın emir ve uyarılarına ne kadar muhtacız. Yahudi hahamları ve Hıristiyan rahipleri halktan topladıkları altın ve gümüşü biriktirirler, halka (fakir) dağıtmazlardı. (Bugünde, kiliselerin serveti devlet bütçesiyle yarışacak güçtedir. Onun için misyonerlik faaliyetlerinde bulunuyorlar.)Tevbe Suresi 34. 35.Ayetlerde altını altın ve gümüşü biriktirenlerin, halkın hizmetine sunmayanların acıklı halleri, şöyle anlatılıyor: “..insanların mallarını haksız yere yiyorlar ve Allah yolundan alıkoyuyorlar. Altın ve gümüşü biriktirip gizleyerek onları Allah yolunda harcamayanları elem dolu bir azapla müjdele. O gün bunlar cehennem ateşinde kızdırılacak da onların alınları, böğürleri, ve sırtları bunlarla dağlanacak ve işte bu kendiniz için biriktirip sakladığınızdır,” denilecek. Allah böyle bir cezaya çarptırılmaktan bizleri korusun. Sevgili Peygamberimiz (SAV) sık sık şu duayı yapardı: “Ey Rabbim, cimrilikten, ağır canlılıktan(tembellikten), er zelil ömre düşmekten, kabir azabından, deccalin (yalancı insanların) iğfalinden ve hayatın ve ölümün fitnesinden sana sığınırım.”
Tecridi Sarihte geçen 711 nolu hadiste Efendimiz (SAV) haber veriyor ki “Kulun sabaha ulaştığı hiçbir gün yoktur ki iki melek nazil olur. Bunlardan biri, “Ya Rabb ! Malını infak edene bedelini ver!” diye dua eder. Öbürü de “Ya Rabb, malını infak etmeyene malının telefini ver,” diye dua eder. Hele hele içinde kul hakkı bulunan bir malın zekâtı ve sadakası verilmezse o mal sahibine fayda vermez, telef olur.
Kur’anın pek çok yerinde dünya hayatının bir oyun ve oyuncak olduğu, gelip geçici olduğu ve
Allah’ın verdiği nimetlerle de bir imtihan yeri olduğu açık seçik anlatılır. Buna rağmen insanoğlu sanki ebedi imiş gibi, sanki mülkün sahibi kendisi imiş gibi davranır. Hâlbuki bu dünya ve nimetleri esas hayat olan ahiret hayatını kazanma yeridir. Allah lütfu kereminden verdiği nimetlerin bir kısmını diğer muhtaçlara vermemizi emrederek hem sosyal adaleti ve dayanışmayı sağlamak hem de kulunu imtihan etmek istiyor. İsra suresi 100. Ayette bu cimrilerin ruh halini şöyle dile getiriyor: “Deki, eğer siz Rabbimin rahmet hazinelerine sahip olsaydınız, o zaman da tükenir korkusuyla cimrilik ederdiniz. Zaten insan çok cimridir.”
İnsanı bu kötü sıfattan korumak için çocuk yaşta eğitmek gerekir. Anne babalar olarak bir komşuya, bir dosta veya bir fakire bir şeyler vermek istediğimizde bizzat kendimiz vermek yerine “haydi çocuğum şu parayı, şu hediyeyi filan amcana, falan teyzene ver de gel, selamımıza da söyle.” Denilerek gönderilirse çocuk vermeye, paylaşmaya alıştırılır. Hele hele emaneti, hediyeyi alanın yüzündeki mutluluğu gördükçe vermenin ne kadar iyi bir şey olduğunun farkına varır. Büyüdükçe kendisi de veren el olmaya gayret eder. Ali İmran 92. Ayette “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe asla erişemezsiniz. Her ne harcarsanız Allah onu bilir.” buyrularak “iyi insan” olmanın yolu cimrilikten değil, vermekten, cömertlikten geçtiğini yüce Rabbimiz biz kullarına ihtar ediyor.
Cimriliğin, harcamamak üzere mal biriktirmenin, öbür âlemde ne büyük cezayı hak ettiğini Rabbımız Hümeze suresinde şöyle tasvir ediyor: “Mal toplayan ve onu durmadan sayan o malın kendisini ebedileştireceğini sanır. Hayır! Andolsun ki O, Hutameye atılacaktır. Hutamenin ne olduğunu sen ne bileceksin? O, Allah’ın yüreklere işleyen tutuşturulmuş ateşidir.” Cimrilerin bu acıklı azabı, kazançlarındaki fakir ve muhtaçların hakkı olan zekât ve sadakayı vermemelerinden, kul hakkı yemiş olmalarındandır. Ya bir de tamamen haramdan kazanan; faiz, rüşvet, gasp ve aldatmayla servet edinen ve bu servetle de insanlara üstünlük taslayıp tepeden bakanlar, mazlumlara zulmedenlerin hali ne olacak?
Allah bizleri, evladu iyalimizi, dost ve arkadaşlarımızı haram mal devşirmekten, helal kazancımız konusunda cimrilik yapıp kul haklarını yemekten ve acıklı azaba uğramaktan muhafaza buyursun. (Amin)
Derviş SAK