Allah insanı, eşref-i mahlukat olarak eşit ama toplumdaki görev ve sorumlulukları açısından farklı yaratmıştır. Bedeni, ruhi, zihni yapıları farklıdır. Kabiliyetleri, kazançları, rızıkları, duygu ve düşünceleri de farklıdır. Dolayısıyla toplumdaki statüleri, mevkileri, görev ve sorumlulukları da farklı farklıdır. Kimini zengin, kimini fakir, kimini hastalıklı, kimini sağlıklı, kimini cesur, kimini korkak, kimini çalışkan, kimini tembel, kimini âlim, kimini cahil kılmıştır ve her birine imkânları ölçüsünde görev ve sorumluluklar yüklemiştir. Hiç bir kimseye de gücünün yetmediği yükü yüklememiştir.
Burada konumuz zekât ve sosyal yardımlaşma olduğu için zengin ve fakirlerin görev ve sorumlulukları üzerinde duracağız. Zenginlik, başlı başına sade izzet ve şeref sebebi olmadığı gibi fakirlik de başlı başına zillet ve aşağılık sebebi değildir. Nice zenginler vardır ki aşağıların aşağısı, zillet ve adilik timsalidir. Yine nice fakirler vardır ki izzet ve şeref sahibi, asalet timsalidir. Allah’ın bazılarını zengin bazılarını rızık yönünden fakir yaratmasının hikmetleri vardır. Zuhruf suresi 32. Ayette şöyle buyruluyor: “… dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için (çeşitli alanlarda) kimini kimine derce derece üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdiği (dünyalık) şeylerden daha hayırlıdır.” Ekonomik yönden herkes eşit olsaydı kimsenin kimseye işi düşmez işveren işçi bulamaz, kimseye iş gördüremezdi ve hiçbir iş yürümez, toplumda gelişme olmazdı. Büyük-küçük, hısım-akraba, konu-komşu ilişkisi biter, sağlıklı toplum hayatı görülemezdi. Böyle bir toplum düzeni sağlıksız, huzursuz bir toplum olurdu ki insanlık tarihinde böyle bir toplum yaşamamıştır. Hiçbir insan kendi kendine yeterli değildir, müstağni değildir. Her insan bazı yönlerden eksik yaratılmıştır ki o eksikliğini diğer bir insan vasıtasıyla giderebilsin. İşte o zaman toplum bir birine kenetlenir, birbirinin eksiğini giderir ve huzurunu temin etmiş olurlar. Bu kaynaşmanın, dayanışmanın, sağlıklı toplum olmanın en başta gelen amillerinden biri de zekâttır.
“Ez-zekâtü kantaratül islam (Zekât İslam’ın köprüsüdür.)” buyuran Sevgili Peygamberimiz (SAV) sağlıklı bir toplumun oluşmasında zekâtın önemini ortaya koymuş oluyor. Zengin malının kırkta birini ihtiyaç sahiplerine vererek onların huzura kavuşmasını sağlamış olur. Gönüllerinde taht kurar, daima şükran ve minnetle karşılanmayı hak eder. Malı hususunda haset ve kin duygularını yok eder. Adeta hem kendini hem malını güvence altına alır. En korunaklı bir kaleye sığınmış olur. Fakir de zor zamanda elinden tutan, sıkıntısını gideren zengine karşı minnet ve şükran hisleriyle dolar ve onun için daima duacı olur. Zekât bir yandan zenginin rahmet ve merhamet duygularını artırıp cimrilik ve insafsızlıktan kurtarırken diğer taraftan fakirin sevgi, saygı ve şükran hislerini geliştirir. Mal sahiplerine karşı kin, haset ve düşmanlık hislerinden kurtarır. Bu güzel duygular bir birine kaynaşmış, huzurlu bir toplumun oluşmasına vesiledir. Allah da böyle bir toplum olmamızı istiyor.
Hiç kimse “Bu malı ben kazanıyorum, kazancımın ortağı mı olacaklar.” diye düşünemez. Zekât ve sadakayı vermemezlik edemez. Çünkü mülk Allah’ındır. Kullarına taksim eden, nasip eden O’dur. O O mal sahiplerine emir veriyor “Sana verdiğimin bir kısmını fakir ve muhtaçlara ver.” diyor. Zariyat 19. Ayete “Ve fi emvalihim hakkun lissaili vel mahrum.” İsteyen muhtacın ve iffetinden dolayı isteyemeyen mahrumun (fakirin) onların (zenginlerin) malında hakkı vardır.” buyrulmuştur. Peygamberimiz (SAV) de “Malın zekâtını verdiğin zaman üzerindeki malda olan fakirin hakkını ödemiş olursun.” Buyuruyor. Bu hak, farz olan zekâttır. Vacip, sünnet ve müstehap olan mali infakın tamamını ifade eder. Tevbe suresi 103. Ayette “Onların (zenginlerin) mallarından sadaka al, bununla onları günahlarından (kul hakkından) temizlersin. Onları arıtıp yüceltirsin. Ve onlar için dua et. Senin duan onlar için sakinlik ve huzur kaynağıdır. Allah işiten ve (her şeyi) bilendir.” Denilmektedir. Zekât İslam devletinde bir vergi olarak alınır ve devlet eliyle muhtaçlara dağıtılır. İslam’da mallar emvali zahire ve emvali batine diye ikiye ayrılır. Emvali zahire gizlenemeyen, göz önünde olan mallar gibi arazi mahsulatı, meradaki hayvanlar, madenler, ticaret malları gibi. Bunların zekâtını devlet alır. Emvali batine gizli olan yastık altı servetler, paralar gibi. Bunların zekâtı mü’minin iradesine bırakılmıştır. Samimi mü’min ise kuruşu kuruşuna hesap eder ve zekâtını verir. Ahirete imanı zayıf ise fakirin hakkını vermekten imtina eder ve azaba müstehak olur. Zahiri malların zekâtını vermemezlik edemez. Cezalandırılır. Hz. Ebu Bekir (RA) “Verecekleri zekât bir deve yuları kadar küçük de olsa onlarla savaşır yine alırım.” Demiştir.
Zekât kime ne sağlar diye düşünecek olursak:
- Malı kul hakkından, haramdan temizler. Gönülleri kibir, zulüm, haset, kin ve düşmanlık duygularından arındırır.
- Veren ve alan arasında dostluk ve samimiyet köprüsü kurar.
- Zengin fakir arasındaki ekonomik farklılaşmayı azaltır. Sosyal dengenin sağlanmasını temin eder. Ömer İbni Abdülaziz zamanında öyle disiplinli şekilde zekât toplanıp fakirlere dağıtıldı ki üç sene içinde ülkede zekât verilecek fakir kalmamıştır.
- Muhataçların hayatlarını devam ettirmek için faizcilerin eline düşmekten ve zulme uğramaktan kurtarır. Çünkü borçlu yaşamak, esir yaşamak gibidir. Günümüzde faizin yıktığı yuvaların, söndürdüğü ocakların sayısı belirsizdir.
- Zekât, bereket vesilesidir. Tıpkı budanan bağın daha çok üzüm verdiği gibi zekât alan evin de ihityaçlarını giderdiği için oraya da bereket olur. Onun için Allah’ımız Bakara 276. Ayette “Yemhegullahürriba ve yürbissadakat” “Allah faizi tüketir, sadakaları bereketlendirir.” buyurmaktadır. Buna örnek şöyledir. Hz. Ali (RA)’ın altı dirhemi vardı. Bir fakir “Allah rızası için” dedi ve istedi. Allah ve Rasulünün aşığı Ali Kerremullahilveche hiç tereddüt etmeden altı dirhemi fakire verdi. Eve ekmek götürecek parası kalmadı. Düşünceli şekilde evine dönüyordu ki bir şahıs pazara deve satmaya geliyor, Ali’yi düşünceli görünce selam verdi ve “Şu deveyi sana satayım,” dedi. Hz. Ali “Param yok alamam” dediyse de adam yüz kırk dirheme veresi olarak zorla Ali’ye deveyi verdi. Hz. Ali deveyi götürüp kapıya bağladı. Biraz sonra bir şahıs gelip kapıyı çaldı. Hz. Ali kapıyı açtı. Karşısındaki adam “Bu deveyi iki yüz dirheme bana sat,” dedi. Deveyi iki yüz dirheme sattı. Hemen yüz kırk dirhem borcunu ödedi. Kendinde de altmış dirhem kaldı. Burada Allah’ın şu sözü gerçekleşmiş oldu. Enam suresi 160. Ayette Yüce Allah’ımız “Mencae bil haseneti felehu aşru emsâliha.” “Her kim bir iyilikle gelirse ona yaptığı iyiliğin on katı vardır.” Buyurmaktadır. Hz. Fakire altı dirhem infak etti. Allah ona on katını ihsan etti. Alla’tan daha doğru sözlü kim vardır. Mü’mini iyiliğe teşvik eden şu ayet ne kafar dikkat çekicidir. “Hel cezaül ihsani illel ihsan” “İyiliğin karşılığı ancak iyilik değil midir? (Rahman 60. Ayet) Sen zekât sadakalarla Allah’ın rızasını kazanırsın da Allah senin iyiliğini karşılıksız bırakır mı? Zekât nice rahmet kapılarını açarken nice şer kapılarını da kapatır. “Az sadaka çok bela defeder.” denilmesi de bundandır.
Zenginlik başlı başına bir fazilet olmadığı gibi fakirlik de suç değildir. Ebu Bekir misali zenginlik şeref ve itibar sebebi olduğu gibi Karun gibi zenginlik zillet ve helak sebebidir. Servet imtihan için verilmiş bir nimettir. Bu imtihanı kazanana ne mutlu. Karun imtihanı kaybetti. Gurur, kibir ve zulüm vasıtası yaptı. Servetiyle beraber helak oldu. Bir zamanlar “Mescit Kuşu” diye anılan Sa’lebe de öyle. Israrla zengin olmayı istedi. Rasulüllah’ın “Sabret ya Sa’lebe” telikinine uymadı ve vadiler dolusu sürüsü oldu. Sürünün peşinde koşmaktan mescidi, cumayı, camiyi terk etti. Peygamberin (SAV) gönderdiği zekât memurlarını da geri çevirdi. Peygamber Efendimiz (SAV) “Sa’lebe helak oldu.” buyurdu ve kendisinden bir daha zekât istenmedi. Allah korusun günümüzün Sa’lebeleri de az değil.
Fakirlik tercih edilen bir hal değildir. Ancak bütün gayretlere rağmen taksimi ilahide hissemize fakirlik düşmüş ise sabretmek gerekir. (SAV) Efendimiz “Cennet ehlinin çoğunu fakayı sabirinden gördüm.” Buyuruyor. Çünkü fakirlik ateşten gömlektir. Giyebilene, sabredebilene cennet vardır. Zenginlik ve fakirlik bütün gayretlere rağmen bir taksimi ilahidir. Bu sebeple fakirleri hor görmek, aşağılamak asla doğru değildir. Sevgili Peygamberimiz (SAV) fakirlerin onurunu korumak açısından sık sık dualarında “Ya rabbi beni fakir olarak yaşat, fakir olarak geçindir, mahşer gününde fakirlerle haşret.” diye yalvarırdı. Hz. Süleyman (AS) hep fakirlerle sofraya otururdu. Ashabı Suffa fakir kimsesizlerden oluşuyordu. Efendimiz (SAV) onların iaşesini temin etmeye çalışır ve zaman zaman teselli babında “Allah huzurunda servet hesabı vermeyecek olan fakirler, zenginlerden kırk sene önce cennete girerler.” derdi. Fazilet zenginlik ve servette değil takvadadır. Rızayı ilahi istikametinde yaşamaktadır.
Kur’an’da “Lehül mülk” “Mülk Allah’ındır.” denilmektedir. Öyleyse insanların sahipliği nedir? “Devre mülktür.” Dünyada sahip olduğumuz mal, mülk, makam imtihan vesilesi emanetlerdir. Ecel gelince hepsini başkalarına devredip gideceğiz. Öncekilerin bize devredip gittikleri gibi. Büyüklerimiz “Rızık peşinde koşmak yerine Razzâkı Alemin peşinde koşun” demişlerdir. Rızık helalden olduğu gibi haramdan da olur. Mü’mine düşen haramdan kaçınıp helal rızkı kazanma çabasında olmaktır. Bilmeliyiz ki helal kazancın hesabı, haram kazancın azabı vardır. Bir de kazancımızın harcanmasından da sorguya çekileceğiz. Haram kazanç harama gider. Helale harcadığını zannetse de haramın sevabı olmaz. Helal kazanç helale gider. “Yılan girdiği delikten çıkar.” denilmiştir. Helal kazancını haram yolda harcayan azaptan kurtulamaz. Sevgili Peygamberimiz (SAV) “Her sabah yeryüzüne iki melek iner. Birisi “Allah’ım malını hak yolunda harcayana yerine yenisini ihsan eyle” diye dua eder. Öbür melek de “Allah’ım cimrilik edene malını telefini ver” diye dua eder ve malı faydasız şekilde israf olur.” buyurdu. Tevbe suresi 34. Ayette “Altın ve gümüşü yığıp Allah yolunda harcamayanları elim bir azap ile müjdele” buyrulur. Bakara 219. Ayette de “Yes eluneke mâzâ yünfikün gulil afv” “Habibim hayru hasenat yolunda sana ne harcayacaklarını soruyorlar. Onlara de ki ihtiyaç fazlasını” buyuruyor. Yüce Rabbimiz. Zekât ve sadakalar Allah ve Rasülünün gösterdiği şekilde verilse dünyada fakir kalmaz, huzurlu mutlu topluluklar oluşur.
Derviş SAK.